18 Mayıs 2020 Pazartesi

DİN FELSEFESİ-15:DİN VE BİLİM İLİŞKİSİ

DİN  VE BİLİM İLİŞKİSİ




Din Bilim ilişkisinin doğru bir zeminde ele alınabilmesi için ilk olarak hangi din ve hangi bilimden bahsettiğimizin ortaya konulması gerekir. Buradaki ilişkide din derken teistik dinleri kastediyoruz. Bilim derken ise kastımız, deney ve gözleme ve bu tecrübelerin rasyonel bir şekilde yorumlanmasını temele koyan her türlü faaliyeti kastediyoruz. Burada yaptığımız en temel ayrım, bilimsel faaliyetlerin belli bir felsefi anlayışın perspektifinden yorumlanmış halini kastetmiyoruz. Natüralizmin bilim anlayışı bilimin belli kalıplara dökülmüş hali olduğu için bizim bilim kriterimize uygun değildir.

Başka bir önemli nokta ise bilimin dinle ilişkisinde herhangi bir teistik dinin yapısından kaynaklanan sorunların diğer dinlere de teşmil edilmemesi gerekliliğidir. Örneğin, kilise ile bilim adamları arasında geçmişte yaşanan gerginliklerin İslam geleneğinde de var olduğunu varsaymak doğru değildir. Sözgelimi kilise ile Galileo arasında yaşanan gerginliği din-bilim çatışması olarak değil de Hıristiyanlık-bilim çatışması olarak isimlendirmek daha hakkaniyetlidir.

Her dinin bilimle ilişkisini ayrı bir temelde ele almak en doğrusudur. Bununla birlikte dinlerin ortak özellikleri üzerinden bir değerlendirme de yapılabilir ki bu başlıkta böyle bir ilke merkeze alınmıştır.

Din ve bilim, konuları ve metotları farklı olan ve bir gerçeklik iddiasında bulunan yapılardır. Gerçeklik iddiaları da bir bakıma konularının kendi metotlarıyla incelenmesinin bir sonucudur. Bilimin konusu daha çok gözlemlenebilen olgular ve onların hakikati iken dinin konusu bilimin bıraktığı yerden bu gerçekliğin daha üst metafiziksel bir gerçeklik iddiasının bir parçası haline getirmektir. Bilimin temel sorusu ‘nasıl?’ iken; dinin temel sorusu ‘niçin?’ sorusudur. Konuları ve metotları farklı olan bu iki gerçeklik iddiasının hakikati sadece kendi metotları ile elde edilene indirgemeleri için haklı gerekçelere sahip olmadıkları söylenmelidir.

Bilimin, tümevarım metodunu kullanmasının bir sonucu olarak, kendi tabiriyle her köşe başında yeni bulgular çerçevesinde fikrini/teorisini veya hakikat iddiasını değiştirmesi bir üstünlük veya düşkünlük gerekçesi değil, metodunun kaçınılmaz bir sonucudur. Aynı şekilde bilimin, kendi sistemi içerisinde kaçınılmaz bir şekilde metafizik unsurlara yer verdiği görülmektedir. Örneğin deney ve gözlemin bir teori çerçevesinde ve önceden kurgulanmış bir şekilde gerçekleşmesi de bu metafizik unsurların göstergesidir. Bilimsel yasaların varlığı iddiası da yine buna örnek oluşturan önemli unsurlardandır. Yani bilimde teori ve deney iç içedir.

Bilimin metodu olan tümevarım ile alakalı da önemli sorunlar mevcuttur. Her şeyden önce bu metot, mutlak hakikat iddiasında bulunabilecek bir yapı arz etmemektedir. Var olanın gözlemlenip bunun istatistiksel olarak gözlemlenme sayısı oranında gerçeğe yakınlık anlamına geleceği iddiası her zaman aksi yönde bir örneğin gözlemlenmesi ile yıkılabilir. Bu da tümevarımın mutlak doğruluk ifade etmediğinin kanıtıdır. Zaten hakkaniyetli bilim adamları da bunu kabul etmektedir. Bu husus bilimin verilerinin ve yönteminin işe yaramaz/işlemez olduğu anlamına gelmemektedir. Sadece mutlak hakikat iddiasında bulunamayacağı; bulunsa bile buna uygun bir metodunun olmadığını ifade etmektedir.

Son olarak dinin doğruluk iddiasının dayanağı meselesine değinmek de yerinde olacaktır. Dinin dogmatik temelli olduğu iddiası gerçeği yansıtmamaktadır. İçerisinde inanç temelli unsurları barındırması dini dogmatik yapmaz. Dogmatiklikle kastedilen bu ise bu durum az ya da çok bilim için de söz konusudur. Dogmatik olmakla kastedilen, dinin bir otoriteye dayanması ve/veya akli eleştiriye kapalı olduğu iddiası ise burada da söylenmesi gereken birkaç husus vardır: ilk olarak bir otoriteye dayanmak rasyonel olmaya engel değildir. Otoritenin meşru olup olmamasıyla da alakası olmakla beraber, otoritenin bizzat kendisi/varlığı rasyonel olmamanın gerekçesi olamaz.

Dinin akli eleştiriye kapalı olduğu hususu ise en azından bazı dinler için geçerli değildir. Bir dini inancın kabul edilip edilmemesi dahi onun gerekli kriterleri karşılamasına, rasyonel olup olmamasına bağlıdır.  Bunun yanında vahiy gibi mutlak bilgi sahibi Tanrı’dan geldiğine inanılan unsurları barındırması da bir dini pejoratif anlamda dogmatik yapmaz. Çünkü vahyin içeriğinin de rasyonellik kriterlerine göre doğru veya yanlış olarak değerlendirilmesi mümkündür.

 

Din-Bilim İlişkisine Dair Modeller

 

1)Çatışma

Din ve bilim ilişkisinde çatışmanın hakim olduğunu öne sürenlerin din-bilim ilişkisi modelidir. Bu modelin ortaya çıkması için dinin ve bilimin katı yorumları benimsenmiş olmalıdır.Bilimcilik veya bilimin natüralist/fizikalist yorumu ile din; ya da dinin ve dini literatürün literal ve katı yorumu ile bilim arasında da çatışma muhtemel hatta kaçınılmaz gözükmektedir.

Bu çatışmalara örnek olması bakımından Galileo meselesine dikkat çekmek gerekir. Kilisenin savunduğu yer/dünya merkezli âlem ile Kopernik’in ortaya attığı Güneş merkezli âlem teorisini savunan Galileo arasında yaşanan olaya göre, engizisyon mahkemesi ondan bu düşüncesinden vazgeçmesini istemiş ve sonuçta hayatının geri kalanını ev hapsinde geçirmiştir.

Daha önce de vurguladığımız üzere bu çatışma örneği Hıristiyanlık ile bilim arasındaki bir problem gibi gözüküyor. Çünkü yer/dünya merkezli âlem tasavvuru İncil merkezlidir. Dolayısıyla yer merkezli bir âlem tasavvuruna sahip olmayan bir din için Galileo meselesi çatışmayı gerektirmektedir.

Din ile bilim arasındaki bir başka tartışma alanı Evrim Teorisi meselesidir. Evrim teorisinin temelde iki önemli ilkesi vardır:

  1. Türlerin uzun süreçte ortak bir atadan geldikleri
  2. Doğal seçilim

Bu iki ilkenin dinin temel iddialarıyla çelişip çelişmediği hususu da yine tartışmalıdır. Özellikle İslam söz konusu olduğunda türlerin az gelişmiş ortak bir atadan veya atalardan gelmiş olması dinin yaratma teorisiyle çelişmek zorunda değildir. Adem ve Havva’nın ilk insan olması onların ortak bir atadan ortaya çıkmasına engel değildir. Yani evrimin Tanrı’nın yaratma biçimi olarak görülmesi durumunda bu çatışma ortadan kalkmaktadır.

Evrimin, Tanrı’nın varlığına dair en önemli argümanlardan biri olan akıllı tasarım delilini çürüttüğü şeklindeki iddia da gerçeği yansıtmamaktadır. Evrimsel süreç maddenin veya canlıların kendinden değildir. Eğer böyle bir ilke var ise, bunun Tanrı’nın evrene koyduğu nizamın sonucu olduğunu düşünmemek için bir neden yoktur.

Dinlerin yaratma teorisinin literal anlamda anlaşılması yukarıda bahsedildiği üzere çatışmaya neden olabilir. Ancak literal okuma biçimi zorunlu değildir.

Evrim teorisi genel kabul görmüş olsa dahi bir teoridir ve her ne kadar modern bilimin bu teoriyi desteklediği iddia edilse de ona bilimsel gerçek muamelesi yapılması doğru değildir.

Aslında din ve bilim arasındaki çatışmanın temel nedeni bilimin bilimcilik veya bilimin natüralist/fizikalist yorumu ile karıştırılmasından kaynaklanmaktadır. Bu ikisini birbirinden ayırmak doğru bir hakikat anlayışı ve din-bilim ilişkisi modeli benimsemek için gereklidir.

2)Bağımsızlık

Bu ilişki modeline göre din ve bilim birbirinden bağımsız alanlar olup herhangi bir iletişime ve etkileşime sahip değillerdir. Her ikisini ayrı kompartımanlar olarak gören bu anlayışa göre bu iki alan birbirinden çok farklıdır.

Bu modeli benimseyenlere göre Tanrı’nın bilinmesi veya keşfi deney ve gözlem alanıyla ilgili değildir. Yine onlara göre; din ve bilimin konuları, metotları ve gayeleri tamamen birbirinden ayrılmaktadır. Onların alanları birbiriyle kesişmemektedir. Bir başka anlayışa göre, bu iki alanın farklı dillere sahip oldukları ve farklı fonksiyonlar icra ettikleri iddia edilmiştir.

Bu iki yaklaşımın da din ve bilimin tabiatını yeteri kadar takdir edemedikleri belirtilmelidir. Her ne kadar metotları farklı olsa da konularının ve amaçlarının tamamen farklı olduğu hususu doğru değildir. Her ikisi de insanı hakikate yöneltmeyi amaçlar ve dinin konusu, bilimin konusundan bağımsız değildir. İkisinin konusu da birbiriyle alakalıdır.

 

3)Entegrasyon

Entegrasyon modeli din ve bilim arasında sistematik bir birliktelik kurmayı hedeflemektedir.Bu modeli benimseyenlerin başında süreç felsefesinin kurucuları arasında zikredilecek olan A. N. Whitehead ve C. Hartshorne yer almaktadır. Bu modeli benimseyen düşünürler, bilim ve dinin tutarlı, şümullü bir metafiziksel sistem içerisinde bir arada olabileceğini savunmuşlardır.

Bu anlayışın da bu iki sistem arasındaki temel farklılıkları görmezden geldiği söylenebilir. Ayrıca ikisinin entegre biçimde bir arada olduğu bir yapı içerisinde birisinin diğerini domine etmesi kaçınılmaz görünmektedir.

4)Diyalog

Din ve bilim arasındaki ilişkiyi en iyi resmeden ilişki modelinin diyalog veya uyum olduğunu söyleyebiliriz. Bu modele göre aynı kaynaktan gelen din ve bilim bazı farklılıklarına rağmen birbirini destekler mahiyettedir.

Belli dönemlerde yanlış yorumlanmalarından ötürü birbirine baskı aracına dönüşmüşlerse de bu iki hakikat algısı bütüncül bir hakikat anlayışının önemli bileşenlerini oluşturmaktadır.

Bu iki alan cevap aradıkları soruları belli kriterler ekseninde iş birliği ile ele alabilirler ki en sağlıklı yaklaşımın da bu olduğu görünüyor.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder