DİN VE BİLİM
İLİŞKİSİ
Din Bilim ilişkisinin doğru bir zeminde ele
alınabilmesi için ilk olarak hangi din ve hangi bilimden bahsettiğimizin ortaya
konulması gerekir. Buradaki ilişkide din derken teistik dinleri kastediyoruz. Bilim
derken ise kastımız, deney ve gözleme ve bu tecrübelerin rasyonel bir şekilde
yorumlanmasını temele koyan her türlü faaliyeti kastediyoruz. Burada yaptığımız
en temel ayrım, bilimsel faaliyetlerin belli bir felsefi anlayışın perspektifinden
yorumlanmış halini kastetmiyoruz. Natüralizmin bilim anlayışı bilimin belli
kalıplara dökülmüş hali olduğu için bizim bilim kriterimize uygun değildir.
Başka bir önemli nokta ise bilimin dinle ilişkisinde
herhangi bir teistik dinin yapısından kaynaklanan sorunların diğer dinlere de
teşmil edilmemesi gerekliliğidir. Örneğin, kilise ile bilim adamları arasında
geçmişte yaşanan gerginliklerin İslam geleneğinde de var olduğunu varsaymak
doğru değildir. Sözgelimi kilise ile Galileo arasında yaşanan gerginliği
din-bilim çatışması olarak değil de Hıristiyanlık-bilim çatışması olarak
isimlendirmek daha hakkaniyetlidir.
Her dinin bilimle ilişkisini ayrı bir temelde ele
almak en doğrusudur. Bununla birlikte dinlerin ortak özellikleri üzerinden bir
değerlendirme de yapılabilir ki bu başlıkta böyle bir ilke merkeze alınmıştır.
Din ve bilim, konuları ve metotları farklı olan ve
bir gerçeklik iddiasında bulunan yapılardır. Gerçeklik iddiaları da bir bakıma
konularının kendi metotlarıyla incelenmesinin bir sonucudur. Bilimin konusu
daha çok gözlemlenebilen olgular ve onların hakikati iken dinin konusu bilimin
bıraktığı yerden bu gerçekliğin daha üst metafiziksel bir gerçeklik iddiasının
bir parçası haline getirmektir. Bilimin temel sorusu ‘nasıl?’ iken; dinin temel
sorusu ‘niçin?’ sorusudur. Konuları ve metotları farklı olan bu iki gerçeklik
iddiasının hakikati sadece kendi metotları ile elde edilene indirgemeleri için
haklı gerekçelere sahip olmadıkları söylenmelidir.
Bilimin, tümevarım metodunu kullanmasının bir sonucu
olarak, kendi tabiriyle her köşe başında yeni bulgular çerçevesinde
fikrini/teorisini veya hakikat iddiasını değiştirmesi bir üstünlük veya
düşkünlük gerekçesi değil, metodunun kaçınılmaz bir sonucudur. Aynı şekilde
bilimin, kendi sistemi içerisinde kaçınılmaz bir şekilde metafizik unsurlara
yer verdiği görülmektedir. Örneğin deney ve gözlemin bir teori çerçevesinde ve
önceden kurgulanmış bir şekilde gerçekleşmesi de bu metafizik unsurların
göstergesidir. Bilimsel yasaların varlığı iddiası da yine buna örnek oluşturan
önemli unsurlardandır. Yani bilimde teori ve deney iç içedir.
Bilimin metodu olan tümevarım ile alakalı da önemli
sorunlar mevcuttur. Her şeyden önce bu metot, mutlak hakikat iddiasında
bulunabilecek bir yapı arz etmemektedir. Var olanın gözlemlenip bunun
istatistiksel olarak gözlemlenme sayısı oranında gerçeğe yakınlık anlamına
geleceği iddiası her zaman aksi yönde bir örneğin gözlemlenmesi ile yıkılabilir.
Bu da tümevarımın mutlak doğruluk ifade etmediğinin kanıtıdır. Zaten
hakkaniyetli bilim adamları da bunu kabul etmektedir. Bu husus bilimin
verilerinin ve yönteminin işe yaramaz/işlemez olduğu anlamına gelmemektedir.
Sadece mutlak hakikat iddiasında bulunamayacağı; bulunsa bile buna uygun bir
metodunun olmadığını ifade etmektedir.
Son olarak dinin doğruluk iddiasının dayanağı
meselesine değinmek de yerinde olacaktır. Dinin dogmatik temelli olduğu iddiası
gerçeği yansıtmamaktadır. İçerisinde inanç temelli unsurları barındırması dini
dogmatik yapmaz. Dogmatiklikle kastedilen bu ise bu durum az ya da çok bilim
için de söz konusudur. Dogmatik olmakla kastedilen, dinin bir otoriteye
dayanması ve/veya akli eleştiriye kapalı olduğu iddiası ise burada da
söylenmesi gereken birkaç husus vardır: ilk olarak bir otoriteye dayanmak
rasyonel olmaya engel değildir. Otoritenin meşru olup olmamasıyla da alakası
olmakla beraber, otoritenin bizzat kendisi/varlığı rasyonel olmamanın gerekçesi
olamaz.
Dinin akli eleştiriye kapalı olduğu hususu ise en
azından bazı dinler için geçerli değildir. Bir dini inancın kabul edilip
edilmemesi dahi onun gerekli kriterleri karşılamasına, rasyonel olup olmamasına
bağlıdır. Bunun yanında vahiy gibi
mutlak bilgi sahibi Tanrı’dan geldiğine inanılan unsurları barındırması da bir
dini pejoratif anlamda dogmatik yapmaz. Çünkü vahyin içeriğinin de rasyonellik
kriterlerine göre doğru veya yanlış olarak değerlendirilmesi mümkündür.
Din-Bilim
İlişkisine Dair Modeller
1)Çatışma
Din ve bilim ilişkisinde çatışmanın hakim olduğunu
öne sürenlerin din-bilim ilişkisi modelidir. Bu modelin ortaya çıkması için
dinin ve bilimin katı yorumları benimsenmiş olmalıdır.Bilimcilik veya bilimin
natüralist/fizikalist yorumu ile din; ya da dinin ve dini literatürün literal
ve katı yorumu ile bilim arasında da çatışma muhtemel hatta kaçınılmaz
gözükmektedir.
Bu çatışmalara örnek olması bakımından Galileo
meselesine dikkat çekmek gerekir. Kilisenin savunduğu yer/dünya merkezli âlem
ile Kopernik’in ortaya attığı Güneş merkezli âlem teorisini savunan Galileo
arasında yaşanan olaya göre, engizisyon mahkemesi ondan bu düşüncesinden
vazgeçmesini istemiş ve sonuçta hayatının geri kalanını ev hapsinde
geçirmiştir.
Daha önce de vurguladığımız üzere bu çatışma örneği
Hıristiyanlık ile bilim arasındaki bir problem gibi gözüküyor. Çünkü yer/dünya
merkezli âlem tasavvuru İncil merkezlidir. Dolayısıyla yer merkezli bir âlem
tasavvuruna sahip olmayan bir din için Galileo meselesi çatışmayı gerektirmektedir.
Din ile bilim arasındaki bir başka tartışma alanı
Evrim Teorisi meselesidir. Evrim teorisinin temelde iki önemli ilkesi vardır:
- Türlerin
uzun süreçte ortak bir atadan geldikleri
- Doğal
seçilim
Bu iki ilkenin dinin temel iddialarıyla çelişip
çelişmediği hususu da yine tartışmalıdır. Özellikle İslam söz konusu olduğunda
türlerin az gelişmiş ortak bir atadan veya atalardan gelmiş olması dinin
yaratma teorisiyle çelişmek zorunda değildir. Adem ve Havva’nın ilk insan
olması onların ortak bir atadan ortaya çıkmasına engel değildir. Yani evrimin
Tanrı’nın yaratma biçimi olarak görülmesi durumunda bu çatışma ortadan
kalkmaktadır.
Evrimin, Tanrı’nın varlığına dair en önemli
argümanlardan biri olan akıllı tasarım delilini çürüttüğü şeklindeki iddia da
gerçeği yansıtmamaktadır. Evrimsel süreç maddenin veya canlıların kendinden
değildir. Eğer böyle bir ilke var ise, bunun Tanrı’nın evrene koyduğu nizamın
sonucu olduğunu düşünmemek için bir neden yoktur.
Dinlerin yaratma teorisinin literal anlamda
anlaşılması yukarıda bahsedildiği üzere çatışmaya neden olabilir. Ancak literal
okuma biçimi zorunlu değildir.
Evrim teorisi genel kabul görmüş olsa dahi bir
teoridir ve her ne kadar modern bilimin bu teoriyi desteklediği iddia edilse de
ona bilimsel gerçek muamelesi yapılması doğru değildir.
Aslında din ve bilim arasındaki çatışmanın temel
nedeni bilimin bilimcilik veya bilimin natüralist/fizikalist yorumu ile
karıştırılmasından kaynaklanmaktadır. Bu ikisini birbirinden ayırmak doğru bir
hakikat anlayışı ve din-bilim ilişkisi modeli benimsemek için gereklidir.
2)Bağımsızlık
Bu ilişki modeline göre din ve bilim birbirinden
bağımsız alanlar olup herhangi bir iletişime ve etkileşime sahip değillerdir.
Her ikisini ayrı kompartımanlar olarak gören bu anlayışa göre bu iki alan
birbirinden çok farklıdır.
Bu modeli benimseyenlere göre Tanrı’nın bilinmesi
veya keşfi deney ve gözlem alanıyla ilgili değildir. Yine onlara göre; din ve
bilimin konuları, metotları ve gayeleri tamamen birbirinden ayrılmaktadır.
Onların alanları birbiriyle kesişmemektedir. Bir başka anlayışa göre, bu iki
alanın farklı dillere sahip oldukları ve farklı fonksiyonlar icra ettikleri
iddia edilmiştir.
Bu iki yaklaşımın da din ve bilimin tabiatını yeteri
kadar takdir edemedikleri belirtilmelidir. Her ne kadar metotları farklı olsa
da konularının ve amaçlarının tamamen farklı olduğu hususu doğru değildir. Her
ikisi de insanı hakikate yöneltmeyi amaçlar ve dinin konusu, bilimin konusundan
bağımsız değildir. İkisinin konusu da birbiriyle alakalıdır.
3)Entegrasyon
Entegrasyon modeli din ve bilim arasında sistematik
bir birliktelik kurmayı hedeflemektedir.Bu modeli benimseyenlerin başında süreç
felsefesinin kurucuları arasında zikredilecek olan A. N. Whitehead ve C.
Hartshorne yer almaktadır. Bu modeli benimseyen düşünürler, bilim ve dinin
tutarlı, şümullü bir metafiziksel sistem içerisinde bir arada olabileceğini
savunmuşlardır.
Bu anlayışın da bu iki sistem arasındaki temel
farklılıkları görmezden geldiği söylenebilir. Ayrıca ikisinin entegre biçimde
bir arada olduğu bir yapı içerisinde birisinin diğerini domine etmesi
kaçınılmaz görünmektedir.
4)Diyalog
Din ve bilim arasındaki ilişkiyi en iyi resmeden
ilişki modelinin diyalog veya uyum olduğunu söyleyebiliriz. Bu modele göre aynı
kaynaktan gelen din ve bilim bazı farklılıklarına rağmen birbirini destekler
mahiyettedir.
Belli dönemlerde yanlış yorumlanmalarından ötürü
birbirine baskı aracına dönüşmüşlerse de bu iki hakikat algısı bütüncül bir
hakikat anlayışının önemli bileşenlerini oluşturmaktadır.
Bu iki alan cevap aradıkları soruları belli
kriterler ekseninde iş birliği ile ele alabilirler ki en sağlıklı yaklaşımın da
bu olduğu görünüyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder