VAHİY VE MUCİZE
Vahyin
Mahiyeti
Arapçada vahiy kelimesi: ‘gizlice veya hızlı bir
şekilde bildirmek, konuşmak, ilham etmek, ima ve işarette bulunmak, fısıldamak
ve emretmek’ anlamlarına gelir. Latince ‘revelatio’ kelimesi de; ‘açıklamak,
ifşa etmek, örtüsünü kaldırmak, göz önüne sermek’ gibi anlamlarda
kullanılmaktadır.
Kur’an’da vahiy kelimesinin peygamberler dışındaki
insanlar için de kullanıldığını görüyoruz (Maide/111, Kasas/7).
Tabiî vahiy ile; bütün insanların varlığını kabul
edebilmelerini mümkün kılacak tarzda Tanrı’nın bilinir kılınması
anlaşılmaktadır.Peygamberler şahsında gerçekleşen vahye çağdaş din felsefesi
literatüründe ‘özel vahiy’ denilmektedir.
Modern din felsefesi literatüründe vahyin mahiyeti
konusunda iki anlayış öne çıkmaktadır: Bunlardan ilki, ‘doktrin’ veya
‘önerme’ merkezli vahiydir. Bu anlayışa göre vahiy doğru önermelerin veya
doktrinleri Tanrı tarafından insana bildirimidir. İkinci vahiy anlayışı
ise, kişi merkezli vahiydir.
Burada vahyin muhtevası hakikat veya önermeler değil Tanrı’nın zatıdır.
Bu da Tanrı’nın İsa’ya hulûl etmesiyle gerçekleşir. Açıkça bu anlayış
Hıristiyanlığın vahiy anlayışıdır.
Kur’an-ı Kerim’de vahiy Allah kelamı olarak ifade
edilmiştir. Farabi ve İbn Sina gibi İslam filozoflarına göre vahyin bir
bildirim, vahyedilenin de hakikat olmadığını; vahyin Faal Akıl’dan sudûr eden
bir ‘fezeyan’, vahyedilen şeyin de hakikatin sembolik ifadeleri olduğunu
belirtmemiz gerekir.
Vahyin
İmkânı
İslam bilgi felsefesine göre vahiy bir bilgi
kaynağıdır. Burada İslam dinine göre akıl ve vahiy arasında bir uyumun olduğunu
veya bir çelişkinin olmayacağını vurgulamak gerekir.
Teist Tanrı tasavvuruna göre Tanrı kişisel
niteliklere sahiptir ve bu niteliklerin bir sonucu olarak tabiata ve tarihe
müdahale etmesi mümkündür. Bunun kabul etmenin rasyonel olmadığını söylemek de
mümkün değildir.
Vahyin mümkün olmasının zorunlu şartı Tanrı’nın
teizmin anladığı anlamda ibadete layık bir mabud olmasıdır. Tanrı’nın bu
sıfatları kabul edildiğinde, O’nun mucize yoluyla tabiata, vahiy yoluyla da
tarihe müdahale edebileceğini kabul etmek makul hale gelecektir.
Vahyin
Doğrulanması
Vahiy iddiasını doğrulamak için başvurulan klasik
deliller; mucize, vahiy iddiasında bulunan kişinin ahlaki özelliği ve
vahyedilen hakikatlerin insanın ihtiyaçlarıyla uyumlu olmasıdır.
Vahyin mucize ile iki yönlü bir ilişkisi vardır. İlk
olarak vahyin gelişi bizzat mucizedir. İkincisi, vahyin gerçekten Tanrı’dan
geldiğini ispat edebilmek için ancak Tanrı’nın yapabileceği mucizevi olaylar
kanıt olarak gösterilebilir. Yani mucize vahyin doğruluğu için delil niteliği
taşır. Başka bir önemli nitelik de vahyin muhtevasının doğruluğu ve insanın
ihtiyaçlarına uygun olmasıdır. Akli ilkelere aykırı olmak, mantıki tutarsızlık,
genel ahlak ilkelerine uymamak, kanıtlanmış bilimsel gerçeklere ters düşmek
gibi hususlar bir ifadenin vahiy olmadığını gösterir kriterlerden kabul
edilebilir.
Mucizenin
Mahiyeti
Tanrı’nın âleme müdahale etmesi düşüncesi inanan
için bir rahatlama nedenidir. Bu durum insanın dünyaya terk edilmediğinin
göstergesidir. Bu da dua ibadetinin meşruiyetinin temelidir.
Teist düşüncede mucizenin iki önemli fonksiyonu
vardır. İlk olarak ilahi vahiy için doğrulayıcı bir nitelik taşır. İkinci
olarak ise, Tanrı’nın varlığı, kudret ve iradesinin mahiyeti ve bazen de diğer
nitelikleri hakkında insanlara fikir verir.
En genel anlamda mucize ‘sonuçları lehimize olan
beklenmeyen olay’ şeklinde tarif edilmiştir. Mucizeyi ‘insanın Tanrı’nın
farkına vardığı olay’ olarak görenler de vardır.
Gazalî, mucizeyi değerlendirirken orijinal bir
tespitten yola çıkmaktadır. Ona göre sebep ile sonuç arasındaki ilişki zorunlu
değildir. Tabiî olayların gerçekleşmesi Tanrı sayesindedir. Sebep sonuç
ilişkisinin garantörü Tanrı’dır. Bu duruma göre mucize mümkündür.
David Hume, mucizeyi ‘tabiat kanunlarının ihlali’
olarak görmesinin sonucu olarak onu kabul etmemektedir. Ona göre deney ve
gözleme ters düşen durumlarda insan şahitliğine güvenemeyiz. Hume’un mucize
tanımına iki itiraz yapılmıştır. Birincisine göre, ‘tabiat yasasının ihlali’
ifadesinin tutarsız olduğudur. Eğer bir şey tabiat yasası olarak kabul edilen
bir ilkenin aksine gerçekleşirse onun bir tabiat yasası olmadığı anlaşılır.
İkincisine göre ise, mucizeyi Tanrı’nın sebep olduğu bir olay olarak
tanımlamak, onun bir sebebinin olduğunu söylemektir. Sebebini söylemekle de
onun meydana gelişini açıklamış oluruz. Bu da onun tabiat kanunlarıyla uyum içerisinde
olması demektir.
Mucizenin
Kanıtlanması
Mucizeyi tabiat yasasının ihlali olarak tanımlamak
çelişki doğurur. Tabiat yasalarının mutlak doğruluk ifade ettiğini söylemek
kolay değildir, çünkü onlar tümevarımsal yolla elde edilen çıkarımlardır.
Dolayısıyla yanlışlanmaları mümkündür.
Sebep ile sonuç arasındaki ilişkinin zorunlu
olmadığını savunan Gazalî ve Hume gibi filozofların yaklaşımı mucizeyi pek sık
gerçekleşmese de olağan bir durum olarak kabul edebileceğimizi göstermektedir.
Bu durumda onun doğrulanması için fazladan bir delile ihtiyaç duyulmayabilir.
Çünkü böylelikle onun rasyonel bir zemininin bulunduğu ortaya konmuş olur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder