TANRI HAKKINDA KONUŞMA: DİN DİLİ
Din
Dili
Dini ifadelerin doğruluk değeri, ve bu ifadelerin
anlamlı olup olmadıkları mevzusu tartışılagelmiştir. Bin dili, Tanrı veya din
hakkında söylenmiş ifadeleri, önermeleri ve iddiaları içermektedir.
Din dilinin genel olarak Din Felsefecileri arasında
üç biçimde değerlendirildiğini söyleyebiliriz:
- A. Flew
ve Kai Nielsen gibi, mantıksal pozitivizmin temel iddialarından yola
çıkarak dini akıl dışı gören ve dinin temel iddialarının mantıksal
tutarlılığa sahip olmadığı konusunda deliller ileri sürenler.
- N. Malcom
ve D. Z. Philips gibi, Wittgenstein’ın görüşlerini benimseyerek din
dilinin kendi içerisinde anlamlı ve tutarlı olduğunu savunanlar.
- J. Hick,
W. L. Craig, R. Swinburne gibi ‘Tanrı vardır’ gibi inançların temel
iddialarının rasyonel biçimde ispatlanabileceğini savunanlar.
Doğrulama
İlkesi ve Din Dili
Doğrulama ilkesi, herhangi bir ifade veya önermenin,
duyu verileri ve gözlem yoluyla doğrulanabilmesi veya totolojik olması
durumunda anlamlı olabileceğini savunan felsefi bir ilkedir.
A. J. Ayer de doğrulama ilkesini benimsemiş ve bir
önermenin doğrulanamaması durumunda ya anlamsız ya da totolojik olduğunu iddia
etmiştir. Anlamsız ifadesi ile o, ‘olgusal olarak anlamlı olmamasını’
kastetmektedir.
Doğrulanabilirlik ilkesini, pratik olarak
doğrulanabilirlik ve ilkede doğrulanabilirlik olarak ikiye ayırabiliriz. İlki
gözlem yoluyla kolayca doğrulama için kullanılırken; ikincisi şu anki
teknolojik, teknik imkanlarımızla güç yetiremediğimiz halde ilerde belki
doğrulanması mümkün olacak durumlar için kullanılmaktadır.
Güçlü ve zayıf doğrulama şeklinde bir ayrıma da yine
Ayer tarafından dikkat çekilmiştir. Güçlü doğrulama doğrudan gözlemle doğrulama
için kullanılırken; zayıf doğrulama, gözlem ve deneyden kaynaklanan bir şüpheye
konu olmayan olası olarak doğru olduğu gösterilebilen ifadelere işaret eder.
Doğrulama ilkesine bazı eleştiriler yöneltilmiştir:
•
İlk olarak
doğrulama ilkesinin kendisi kendi koyduğu kriteri karşılamamaktadır.
•
Tanrı hakkında
konuşmak, eskatolojik olarak doğrulanabilir niteliktedir.
•
Güçlü
doğrulama ilkesi birçok bilgi alanını dışarıda bırakmaktadır.
•
Delil
problemi, yani hangi konuda hangi delilin kabul edileceğine dair bir takım
sıkıntılar mevcuttur. Zayıf doğrulama ilkesinde de bu noktada bir problem
vardır.
•
Anlamlı olup
doğrulanamaz olan ifadelerin varlığı.
Yanlışlama
İlkesi
Bu ilkenin temel temel iddiası yanlışlanma imkanı
olan bir önermenin yanlışlanmadığı sürece kabul edileceğidir. Ayrıca bu ilkeye
göre, bir önerme ya da teorinin hangi şartlarda yanlış olacağını ya da
yanlışlanabileceğini bilemiyorsak o takdirde bu önerme ya da teori anlamsızdır.
Yani lehinde ya da aleyhinde olgusal-tecrübi deliller getiremiyorsak
anlamsızdır.
Yanlışlama ilkesi de farklı içeriğe sahip, farklı
türdeki bilgilerin aynı metotla değerlendirilmesinin yanlış olduğundan hareketle
eleştirilmiştir.Yapısal olarak olgusal içerikli önermelerden farklılığı
nedeniyle dini önermeler yanlışlanabilir değildir.
Wittgenstein
ve Dil Oyunları
Wittgenstein’ın felsefesine göre anlam malzeme
çantası örneğinde olduğu gibi dil oyunlarına bağlı bir kullanımdır.Buna göre,
bir sözcüğün kullanımdan bağımsız bir anlamı olmadığı gibi böyle bir kullanım
(anlam) da bir dil oyununun kurallarına göre farklılık gösterir. Dil oyunları
farklı yaşam biçimlerine ilişkin uzlaşımların ürünüdür. Din dili de bu minvalde
değerlendirilmelidir. Dini inançlar dini kavramları kullanmaktan ve böyle bir
kavramsal sisteme duygusal olarak bağlanmaktan başka bir şey ifade etmezler. Bu
inançların doğruluklarından veya yanlışlıklarından; makul olup olmadıklarından
bahsedilemez.
Wittgenstein’a eleştiri olarak; insanların belli bir
kavramsal çerçevenin veya dil oyununun çerçeve önermelerini kabul ederek ona
dahil oldukları doğru olmakla beraber, bu durumun, bahsi geçen çerçeve
önermelerin doğru olup olmadıkları noktasındaki epistemik soruyu ortadan
kaldırmadığı açıktır.İnsanların belli bir yaşam biçimi çerçevesinde bir takım
temel kurallar/önermeler etrafında uzlaşmaları, tek başına o temel
kuralların/önermelerin doğru olduğu veya eleştiriye konu olamayacakları
anlamına gelmez.
Tenzihi
Dil ve Din Dili
Bu anlayış, insanların Tanrı hakkında sadece negatif
terimlerle, yani olumsuzlama yoluyla konuşabileceğini ileri sürer.Buna göre, Tanrı’da varlık-mahiyet
ayrımı olmadığından ve aynı zamanda Tanrı aşkın ve mutlak anlamda basit bir
varlık olduğu için, Tanrı’nın mahiyetine ait bilgiye sahip olamayız. Bu nedenle
O’nun sadece ne olmadığı konusunda tenzihi bir dil kullanabiliriz.
Tanrı’nın zaman dışında ve mutlak varlık olması;
insanın ise zamanda ve mekanda var olabilmesi nedeniyle sınırlı bir varlık
olması bu temel problemi ortaya çıkarmaktadır. Buna göre zorunlu ile mümkün
varlığın aynı kavramlara sahip olamayacağı öne sürülmüştür.
Negatif teolojinin yani tenzihi dilin Tanrı’nın ne
olduğu sorusunu cevaplamadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda ona pozitif anlamda
nitelikler atfetmek kaçınılmaz gözükmektedir. Eğer insan kavramsal dünyası
ile Tanrı’nın nitelikleri arasında
hiçbir ortak zemin yoksa O’nun var olduğu nasıl ileri sürülebilir.
Sonuç olarak tenzihi dilin Tanrı’nın varlığını bile
ortaya koyup koyamayacağı tartışmalıdır.
Dini
Sembolizm
Bu anlayışa göre anlatılmak istenenin doğrudan
duyulara ve hayale takdim şekli olan dolaylı anlatım dışında Tanrı’dan söz
etmenin imkanı yoktur.Sembolik dil; ucu açık, aşırı ve keyfi anlamlara
çekilebileceği yönlerinden eleştirilmiştir.
Analojik
Yaklaşım
Thomas Aquinas tarafından geliştirilen bu anlayış,
tenzihi dili reddetmiş, tenzih ile literal anlam arasında orta bir yol bulmaya
çalışmıştır. Analojik yaklaşım bunun sonucudur.Tek anlamlı kullanımın Tanrı
için uygun düşmemesi ve çok anlamlı ifadelerin de Tanrı hakkında bilinemezci
bir tutuma götürebileceği iddiası Aquinas’ı analojik yaklaşımı benimsemeye
itmiştir.
Analojik yaklaşım da; tenzihten farklı olmadığı, bir
niteliğin analojinin iki unsurunda ne derece geçerli olduğu ve bunun
sınırlarının ne olduğunun belirsiz olması yönünden eleştirilmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder