ATEİZM VE ATEİSTİK KANITLAR
Ateizm: İçeriği ve
Kapsamı
Ateizm sözcüğü Grekçe’de
‘tanrısız’ anlamına gelen ‘atheos’tan gelmektedir.Ateizm kavramı iki farklı
bakış açısını ifade etmek için de kullanılır: Bunlardan ilki Tanrı’nın var
olmadığına inanmak (pozitif ateizm), diğeri ise Tanrı’nın var olduğuna
inanmamak (negatif ateizm) şeklinde ifade edilebilir.
Teist bir Tanrı tasavvurunu öngörmeyen deist ve
panteist anlayışlar veya Hinduizm ve Budizm gibi dinler ‘teist-olmayan’
şeklinde tarif edilebilirler. Ateizmin hedefinde; zorunlu, ezeli, ebedi, her
şeyi bilen, her şeye gücü yeten, mutlak iyilik ve irade sahibi, aşkın ve âlemin
eşsiz yaratıcısı olan kişisel bir Tanrı bulunmaktadır.
Ateizmle Teizm arasındaki temel farklar şunlardır:
- Ateizm,
evreni ezeli ve nihai, açıklanamaz bir varlık görüp, yoktan yaratmayı
reddeder; Teizm, evrenin açıklanabilir ve Tanrı tarafından yaratılmış
olduğunu savunur,
- Ateizm,
evrendeki hareketi maddenin bir niteliği olarak görürken, Teizm bu
hareketin Tanrı’nın fiillerinin bir sonucu olduğuna inanır.
- Ateizm,
evrendeki düzeni maddi parçacıkların sonsuz sayıdaki tesadüfi
hareketlerine bağlarken; Teizm bu düzenliliğin temelinde her şeyi
tasarlayan Tanrı’nın bulunduğunu düşünür.
Temel Ateist Yaklaşımlar ve Delilleri
Ateizm, doğa olaylarını doğa üstü varlıkların
fiilleriyle açıklamayı reddeden Epikür’e kadar dayanır.
1.Maddecilik
(Materyalizm):Her şeyin
maddi olduğunu; evrenin ezeli, sonsuz ve dolayısıyla yaratılmamış olduğunu
savunan maddecilik ateizmin eski biçimlerindendir. Maddeci anlayış, bütün
olguların maddi varlıklar ve onların değişik eylem ve niteliklerine müracaatla
açıklanabileceğini savunur. Zihin ile beyni özdeş sayar. Lucretius gibi maddeci
filozoflar yaratılmamış ve yok edilemez madde anlayışını benimsemişlerdir.
Genişletilmiş maddecilik, zihinsel
olguların/süreçlerin beyinsel süreçlerle özdeş olduğu iddiasını
temellendirmenin zorluklarından dolayı; bilincin yaşayan bir beyin olmadan var
olamayacağını savunma yoluna gitmiştir.
Her şeyden önce maddecilik maddenin ezeliliğini
ispatla mükelleftir. Modern bilim evrenin büyük patlama ile ortaya çıktığını
ortaya koymaktadır. Bu da maddenin ezeli olmadığını göstermektedir.
Zihin-beden özdeşliği kuramının açmazları vardır:
zihinsel ve beyinsel süreçler birbirine indirgenebilir nitelikte değildir.
Sadece fiziksel niteliklerle varlığı açıklamak mümkün gözükmemektedir.
Sonuç olarak, zihinsel süreçlerden hareketle
beyinsel süreçleri; beyinsel süreçlerden hareketle de zihinsel süreçleri
bilememek, her ikisinin de birbirine indirgenemez ve farklı karakterde
olduklarının göstergesidir.
2.Pozitivizm: Bilginin sadece duyu tecrübesiyle ve doğa bilimlerinin
yöntemleriyle edinilebileceğini savunan epistemolojik bir tezdir.Metafizik
düşüncenin ve dinin yerine pozitif bilimi ikame etmeyi amaçlayan bu teorinin
kurucusu Auguste Comte’tur. Ona göre insan düşüncesinin teolojik, metafizik ve
pozitif olmak üzere üç evresi vardır:
Bu yaklaşım B. Russell, L. Wittgenstein’in ilk
dönemi felsefeleri ve mantıkçı pozitivistlerin çalışmalarıyla etkinliğini
artırmıştır.
Pozitivizm daha ziyade Tanrı’nın varlığına dair bir
bilginin mümkün olmadığından yola çıkar. Teizm ise buna karşı Tanrı’nın maddi
olmadığı için duyu tecrübemize konu olamayacağını; ancak yarattığı maddi
varlıklar ve onların nitelikleri yoluyla Tanrı’nın bilgisine ulaşılabileceğini
savunur.Duyu tecrübelerinin edinilmesiyle elde edilen evrensel yasalar, bilimin
duyu merkezli bilgi edinme yöntemini aşan hususlardandır. Bilimin bu yasaların
varlığına verebileceği bir cevap yoktur. Bu da göstermektedir ki duyu tecrübesi
her tür bilgiyi edinmede yeterli olmadığı gibi, bu yöntemle edinilmeyen bilgi türleri
de anlamsız değildir.
Bunun yanında insan bilgisinin sadece duyusal
tecrübeyle sınırlı olduğu iddiası doğru değildir. A priori bilgi olarak
isimlendirilen mantıksal ve matematiksel doğruların bilgisi duyu tecrübesini
aşmaktadır. Benzer bir durum ahlaki önermeler için de söz konusudur. Olanın
bilgisini elde etmek için yeterli gözüken duyu tecrübesi, bize olması gerekenin
bilgisini vermemektedir.
Mantıksal pozitivistlerin doğrulama ilkesi de
problemli gözükmektedir: Zihinsel bir takım durumları ifade eden önermeler
olgusal içerikli olmasına karşın gözlem yoluyla doğrulanmaları veya
yanlışlanmaları mümkün değildir. Ancak bu yöntemle doğrulanamamaları onların
gerçekliklerini ortadan kaldırmaz.Doğrulama ilkesinin kendisi, kendi koyduğu
kriteri karşılamamakta; yani duyu tecrübesiyle doğrulanamamaktadır.
Sonuç olarak pozitivistlerin temel iddiaları sağlam
temellere dayanmamaktadır.
3.Tabiatçı
Ateizm
Bu ateizm türü, Tanrı inancının insanın zihinsel,
ruhsal, toplumsal vb. özellikleri ve eğilimlerinin bir sonucu olduğunu iddia
etmektedir.Önemli savunucularından birisi, Tanrı’nın insan zihninin
yansıtmasıyla ortaya çıktığını savunan L. Feuerbach’tır. Ona göre Tanrı,
‘nesnel kılınmış ve yüceltilmiş insan tabiatından başka bir şey değildir’.
Descartes, Tanrı inancının insan üretimi
olamayacağını, bunun nedeninin Tanrı’nın bilfiil sonsuz ifade etmesi olduğunu
savunur. Ayrıca mükemmel olmayan bir varlık mükemmel varlığın nedeni olamaz.
Tanrı’yı tabiatçı biçimde açıklama girişiminde
bulunan bir diğer düşünür S. Freud’dur. Ona göre Tanrı inancı da tüm diğer dini
inançlar gibi psikolojik bir yanılsamadır. Freud’a göre Tanrı, ilkel zamanlarda
çocuklarının primal babayı öldürmelerinden ve sonra duydukları pişmanlıktan
mütevellit, daha sonraki nesillerin kolektif bilincinde bu baba figürünün
yansıması olarak ortaya çıkan bir otoritedir. Yani primal babanın yansıması olarak
ortaya çıkan, gerçekliği olmayan bir ikamedir.
Benzer şekilde K. Marx da dini inancı, ‘insanın
üzüntüye karşı koyma ve bir çıkış yolu bulma arayışı’ ve halkın afyonu olarak
görür.
Freud ve Marx dini inancın içeriğinden ve rasyonel
olup olmadığından hareket etmekten ziyade onu kendi kurgularının bir parçası
haline getirme eğilimindedirler. Her ikisi de dini önermelerin doğruluk
değerini konu edinmemektedir.Bir inancın yanlış değerlendirmelerin ve zihinsel
süreçlerin sonucu elde edilmesi ile kendinde doğru bir inanç olup olmadığı
farklı hususlardır. Freud ve Marx dinle alakalı iddialarında, gözlem ve deneye
değil teoriye dayanmaktadırlar.
4.Ateist
Varoluşçuluk
Varoluşçuluğun ateist bir felsefe olarak
tanımlanmasında Nietzsche, Heidegger ve özellikle de Sartre etkili olmuştur.
Sartre’ın dışındakilerin ateist olup olmadıkları tartışmalıdır.
Nietzsche’nin ‘Tanrı öldü’ sözü ateizmi
çağrıştırmakla beraber, bu sözü belli bir bağlamda ve özellikle Hıristiyan
Tanrı anlayışına bir tepki olarak dile getirdiği bilinmektedir.
Sartre’ın ateist anlayışı insanı Tanrı’nın yerine
koyarak özgürlüğünün önündeki engelleri kaldırmayı hedeflemektedir. Ona göre,
insanın özgür olabilmesi için var oluşunu belirleyecek bir özünün daha önceden
var olmaması gerekir. Bu da Tanrı’nın var olmamasını gerektirir.Sartre’ın bu
noktada bir çıkmazda olduğu gözükmektedir. Çünkü insanın özü ‘insanı insan
yapan özsel niteliklerdir ve Tanrı var olsun veya olmasın bu öz vardır ve
varlığından sonra oluşmamaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder