THEODİSE (KÖTÜLÜK) PROBLEMİ
Kötülük Sorununun Tanımı
Kötülük kavramını daha çok kötü olan şeylerden hareketle tanımlamak mümkündür. Bu anlamda
kötülük, ‘fiziksel engel ve acı, zihinsel engel ve ıstırap, psikolojik
rahatsızlıklar, karakter bozuklukları, adaletsizlik, doğal afetler ve ahlaki
kötülük’ kavramlarını kapsar
niteliktedir.
Kötülük iki kategoride ele alınmaktadır:
- Doğal
Kötülük
- Ahlaki
Kötülük
Doğal kötülükler daha çok insan iradesinden bağımsız
olarak meydana gelen ve insanların acı çekmelerine veya ölmelerine sebep olan
doğal afetler ve ölümcül hastalıklar ve fiziksel engellilikleri içermektedir.Ahlaki
kötülük ise, insanın özgür iradesinin bir sonucu olarak ortaya çıkan öldürmek,
yaralamak, yalan söylemek, çalmak, dürüst olmamak iki yüzlülük, korkaklık vb.
ahlaki olmayan karakter ve davranışları ifade eder. Epikür, St. Augustine,
David Hume ve J. L. Mackie gibi teist ve
ateist düşünürlerce ifade edilmiştir.
Kötülük problemi temelde şu iki önermenin nasıl
bağdaştırılabileceği ile alakalıdır:
- Mutlak
Bilgi, kudret ve iyilik sahibi olan Tanrı vardır.
- Âlemde
kötülük vardır.
Bu iki önermenin birlikte tutarlı bir şekilde
savunulamayacağını savunan ateistler buradan, ya Tanrı’nın var olmadığını, ya
da teistlerin öngördüğü sıfatlara sahip olmadığını ileri sürmektedirler. Örneğin
ateist felsefeci Mackie, ’Tanrı’nın her şeye gücü yeter’, ‘Tanrı bütünüyle
iyidir’ ve ‘kötülük vardır’ önermeleri arsında çelişki bulunduğunu savunmaktadır.
Teistlerin kötülüğün varlığını Tanrı’nın iyiliğiyle
veya adaletiyle bağdaştırma çabalarına ise ‘teodise’ adı verilmektedir.
Kötülüğün Kaynağı ve Teodiseler
Platon ile sudûr anlayışını benimseyen Plotinus ve
Yeni-Eflatuncu filozoflara göre kötülüğün kaynağı maddedir. Farabi ve İbn Sina
da bu anlayışı benimsemiştir. Onlara göre kötülük maddenin ilahi nizamı tam
olarak yansıtma potansiyelinden yoksun olmasından kaynaklanmaktadır. Bu
anlayışa göre, insanın maddi bir yönünün bulunduğundan hareketle, özellikle
doğal kötülüğü açıklamak için ortaya konan bu ilkenin ahlaki kötülükle de
ilişkilendirilebileceği anlaşılmaktadır.
Sudûrcu anlayışı benimseyen birisi için bu anlayış
tatmin edici gözükebilir. Ancak klasik teist anlayışın kabul ettiği yaratma
fikrine inanan bir kimse için maddi âlem de Tanrı tarafından yaratıldığından
dolayı, onun eksik yaratılması ilgili ilahi sıfatların mutlaklığını da tartışmaya
açacaktır.Farabi ve İbn Sina’ya göre aslî olan iyiliktir. Kötülük arızidir.
Hatta İbn Sina’ya göre kötülük yetkinliğin/kemalin bulunmayışı olduğundan
müstakil bir varlığa sahip değildir.St. Augustine de benzer bir görüşü daha
önce savunmuştur. Ona göre kötülük Tanrı’nın yarattığı bir şeyin işlevini
yitirmesidir.
1.
Süreç Teodisesi
Bu teodise, Alfred N. Whitehead’in süreç felsefesine
dayanmakta ve sınırlı bir Tanrı anlayışını öngörmek suretiyle klasik teizmden
ayrılmaktadır.Süreç teorisine göre Tanrı’nın çift kutuplu bir tabiatı vardır.
Biri değişmeyen aslî; diğeri değişen, oluşan
olmak üzere iki yönlüdür. Tanrı değişen/oluşan tabiatı ile alemdeki
yasalara tabidir. Bu durumda diğer varlıkları mutlak kontrolü söz konusu
olmadığından onları ikna etmek suretiyle âlemde fiilde bulunur. Varlıklar
Tanrı’nın isteklerine boyun eğmek zorunda olmadıklarından dolayı âlemde kötülük
ortaya çıkar.
Süreç teodisesine göre Tanrı âlemi yaratmakla risk
almıştır. Tanrı âlemin mutlak yaratıcısı olmadığından bu yapıya müdahale
etme gücüne de sahip değildir. Hatta bu
anlayışa göre, O da bir yönüyle bu oluşum sürecine tabi olmakta, âlemdeki
kötülüğe o da maruz kalmaktadır. Bu durumda Tanrı âlemdeki kötülükten sorumlu
değildir, çünkü kötülüğü önlemek O’nun gücünü aşmaktadır.Bu teorinin en büyük
açmazı kötülük probleminden daha büyük bir probleme dönüşen bir Tanrı
anlayışına sahip olmasıdır. Sınırlı Tanrı anlayışının Tanrı kavramıyla
çelişkili olduğu gözükmektedir.
2. Özgür İrade Savunması
Bu anlayış, insanın ahlaki bir eylemi özgür
iradesiyle seçebilmesi için iyilik kadar kötülüğü de gerekli gören ve böylece
kötülüğün varlığın teistik sistem içerisinde açıklamaya çalışan teodisedir. Alvin
Plantinga’nın savunduğu bu anlayışa göre, özgür irade sahibi varlıkların
bulunduğu bir dünya, özgür irade sahibi varlıkların bulunmadığı bir dünyadan
daha iyidir.
Tanrı, özgür varlıklar yaratıp onları sadece tek bir
seçenekle baş başa bırakmaz. Çünkü bu durumda onlar ahlaki açıdan doğru olanı
kendi iradeleriyle seçmemiş olacaklardır.Dolayısıyla, ahlaki açıdan özgür
bireyler yaratmak için, iyiliği de kötülüğü de özgür bir şekilde seçebilen
bireyler yaratmak gerekir.Özgür irade sahibi varlıkların bir kısmı tercihlerini
kötülükten yana kullanmışlardır. Âlemdeki kötülüğün kaynağı da budur.
Mackie, mümkün dünyanın en iyisini yaratmanın
gerekliliğini vurgulamaktadır. Ancak Plantinga’ya göre mümkün dünyaların en
iyisi düşüncesi doğru değildir. Çünkü her zaman daha iyisi düşünülebilir.
Ayrıca özgür irade sahibi varlıkların yaşadığı bir dünyada iyilik kadar kötülüğün
varlığı da gereklidir.
3. Ruhsal (Ahlakî) Gelişme Teodisesi
John Hick’in Helenistik dönem kilise babalarından
St. Irenaus’a dayandırdığı bu yaklaşımın temelinde Tanrı’nın, insanın bilgisel
ve ruhsal gelişimi için kötülüğün de bulunduğu bir âlem yarattığı düşüncesi
vardır.Bu yaklaşıma göre Tanrı insanı bilgisel ve ruhsal açıdan mükemmellikle
değil de gelişimini sağlayacak potansiyele sahip biçimde yaratmıştır. Bunun iki
nedeni vardır:
- Aksi
takdirde yaratan ile yaratılan arasında epistemik bir boşluk bulunmayacak
ve insan Tanrı’nın varlığını özgür iradesiyle kabul ya da inkar eden
otonom varlıklar bulunmayacaktı. Yani, insanların gerçek anlamda özgür
olabilmeleri için Tanrı ile aralarında bilgisel bir boşluğun bulunması gerekliydi.
- İnsanın
ahlaki tabiatı gereği kötülüğün de bulunduğu bir ortamda, bir takım
şeylere karşı koyarak ahlaki olarak doğru olanı özgür iradeleriyle tercih
etmeleri daha değerlidir. Bu durum insanın ahlaki gelişimi de neden
olacaktır.
Bu durum insanın ahlaki gelişimine katkıda bulunacak
ve yaptığı iyiliği daha değerli kılacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder